Yemek saati gelmişti… Hasta kadın düşündü; acaba hastanenin yemekleri nasıldı? Bir süre sonra kapıda tombul, kirli beyaz önlüğüyle neşeli bir kadın belirdi ve yemek arabasıyla içeri girdi.
"Eveet hanımlar yemek vakti".
Hastabakıcı kadın, tepsiyi masaya koyduktan sonra elindeki kepçeyi önce çorbaya ardından kompostoya daldırdı. İkinci bölmeye çorbalı kompostoyu koyan hastabakıcı kadın, eksik kahverengileşmiş kirli ve çürük dişleriyle gülümsedi ve “Canım nasılsa aynı yere gidecek" dedi.
Sanki kadın gülümsemiyor da bir korku filminin başlangıcını haber veriyordu. Filmin başrol oyuncuları da hastalardı elbet…
Genç hasta uzun süre burada yatacağını ve iyi beslenmesi gerektiğini biliyordu. Çalışanlarla iyi geçinmeliydi. Hastabakıcı üçüncü bölmeye havuç kızartmalı yoğurdu koydu ve genç kadına uzattı. Genç kadın çorbalı komposto ve kompostolu havuç kızartmasını alıp hastabakıcıya tebessüm etti. "Doğru, nasılsa hepsi aynı yere gidecek."
Hastabakıcının tavrı kadını içten içe rahatsız etmişti ama çoktandır badanasız olduğu belli duvarların üzerinde yürüyen hamam böcekleri kadar değil.
Hafif tiksinti duydu ve "Duvarda gezen hamam böceklerinin kendisini ısırmasından korktu. "Acaba gece gelip üzerinde gezinirler miydi?”
"Ya hastane mikrobu kaparsam, ya ameliyat masasında kalırsam, ya ..."
Kadın yemekleri beğendi, zaten hiç yemek ayırt etmezdi, hatta o an o yemekler çok lezzetli gelmişti. Çünkü orada yatan diğer kadınlarla aynı sorunları paylaşmanın verdiği bir yakınlık vardı.Şakalaşıyorlardı, güzel şeyler düşünüyorlardı ve birbirlerine destek oluyorlardı.İnsanlık her koşulda öne çıkıyordu, belki böyle zamanlarda daha çok.
Hamile kadınların mideleri hassas olur, oysaki herkesin tek düşüncesi; sağlıklı bir şekilde bebeklerini kucaklarına alıp mutlu yarınlara yelken açmaktı.
Burası devlet hastanesinin sorunlu gebelikler bölümüydü. Yüksek tansiyon, akraba evliliği, bel fıtığı, şeker hastalığı gibi sorunlu hamilelikler bu koğuşta tedavi görürdü. Birçoğu da benzer psikolojik düşlemlerin içinde beklerdi doğumu...
Yukarıda anlattığım hastane manzarası, bir dönem benim de yattığım bir hastane koğuşunda yaşandı. Aaaa ‘peki ama bize neden bu olayı anlattın bu yazı ne anlatıyor’ mu diyorsunuz.
Cevaplayayım; Bir kere bir korku hikaye denemiyorum. Eğer öyle yaptığımı düşünenleriniz varsa hemen söyleyeyim; Bu yazının sonunda katil uşak çıkmayacak, hastabakıcı da masum...
Peki ya hastalar, neden Avrupa standartlarında tedavi görmüyor. Neden pek çok köyümüzde tam teşekküllü hastaneler yok, neden şehrin göbeğinde çocuk ölümleri tavan yapıyor ve neden "Dünya Sağlık İstatistikleri"nde ülkemiz bu kadar gerilerde kalıyor.
Eğer "Dünya sağlık istatistiklerinde bebek ölümlerinde ülkemizin bütün Avrupa ülkelerini geride bırakıyor ve dünya sıralamasında da yıllardır en üstlerde yer almaya devam ediyorsa; elbette ki suçu kadere atıp, sorunu çözemeyiz.
Ama korkmayın çünkü sizi sıkıcı istatistiki rakamların içinde boğmayacağım. Sadece konuyu düşündürmekle yetineceğim.
Neden mi? Çünkü pek çoğumuz, kendimizin ya da bir yakınımızın başına kötü bir olay gelmedikçe sağlık, hukuk gibi konularda var olan aksaklıklar üzerinde düşünmeyiz de ondan.
Kısaca bu yazı, hayatın hızlı akışı içinde gözden kaçırdığımız gerçekleri size, bir nebze olsun hatırlatabilmek için yazıldı.
Bir hasta için hemşirenin sıcak bir tebessümünü görmek, doktordan iç rahatlatan güzel bir teselli sözü duymak çok önemlidir. Hastalıkların tedavisinde hastanın hastalığı yeneceğine dair inancı ve psikolojik durumu da önem taşır. Kısaca hastalar insan sesi duymak ister insanlardan ilgi bekleriz. Doğrusu ya yukarıda bahsettiğim hastanede yattığım dönemde hastane personelinin bir çoğundan bu ilgiyi görmüştüm. Gerek doktorlar gerekse hemşireler öyle şefkatliydiler ki. İnsana hizmet vermek ve sağlıkçı olmak onlar için kutsal bir görevdi. Ancak maaşları o kadar düşük çalışma koşulları da o kadar ağırdı ki; ister istemez hayatın üstlerine yüklediği ağır yük o tebessümün altından hissedilirdi. Doktorlara ve hemşirelere o kadar güven duydum ki, içimde minnet duyguları hep benimle yaşayacak, bugün doğum için bir tercih yapsam yine aynı hastaneyi tercih ederim. Ama biz insanlar neyi hak ettiğimizi biliyoruz, o yüzden hastalar içinde sağlık çalışanları içinde neden daha güzel, daha iyi koşullar olmasın ki.
Eski Türk filmlerine göre; doktorların hepsi iyi, hemşirelerin tümü güler yüzlü, polislerin tamamı babacan, öğretmenlerin bütünü idealisttir. O filmlerde kötü eğitimci, sağlık personeli ya da hukuk adamı olmaz. Ama gerçek bu mudur?
Elbette hayır. Değişip düzelmek daha sorunsuz yarınlara ulaşmak istiyorsak; şapkamızı önümüze koyabilmeli ve eleştirilere açık olmalıyız.
Yazının başında anlattığım hastane odasında tanıdığım hastabakıcıların birçoğu benim filmlerde görmeye alıştığım hastabakıcılar gibi merhametli değildi. Doğum sancısı çeken kadınlara öyle şeyler söylerlerdi ki, anlatmaya bile utanırım... Peki ya temizlik? O da filmlerdeki hastane odaları gibi temiz değildi. Mesela sezaryenle doğum yapan kadınların kullanabileceği alafranga tuvaletler yoktu, olanlarsa hep arızalıydı, çarşaflar kirli duvarlar leş gibiydi. Hastanenin duvarlarına bakar ve "burası bir temiz badana olsa ne güzel olur" derdim. Ama olmazdı...
O hastane teknik açıdan yeterliydi ama bu hiç teklemeyen bir telesekreteri dinlemek gibi bir etki yapardı. Teçhizat tek başına yeterli gelmezdi hastalara. Çünkü hastalar bilgilendirilmek ve temizliklerine önem verildiğini görmek ister. Hastalıkla mücadele ederken o mücadelede onunla birlikte savaşan sağlık ekibinin dost, sıcak insan sesini duymak ister.
Sancı odasında bir yatakta iki kadın yatardı. Kollarında serum takılıydı kadınların. Orayı gören biri kendisini 2.dünya savaşında bir hastane odasında zannedebilirdi. Son yıllarda bir yakınımın daha yolu düştü aynı hastaneye, sordum: "nasıl buldun hastaneyi?" cevabı beni dehşete düşürdü "Ay ablaaa, sen nasıl doğurdun orda, bir daha asla gitmem". Cevap netti, demek hiçbir şey değişmemişti.
"Kimyanın başı temizliktir", Sağlıkta ve Laboratuarlarda Pisliğin Mazereti Yoktur
Çözüm nerede, tabii ki bilimde. Bir laboratuarın bütün masalarında kocaman harflerle aynı yazı yazıyordu. "KİMYANIN BAŞI TEMİZLİKTİR". Çünkü temizlik olmadan laboratuarlarda güvenli çalışamazsınız.
Diğer sağlıkçılar da temizliğe dikkat ederler tabii ki. Hem kendi güvenlikleri, hem de hasta sağlığı ve yaptıkları iş gereği temizliğe dikkat etmek zorundadırlar. Bir laboratuarcı günde sayısız kere elini yıkar, eldiven değiştirir.
Hastanelerde Mikrobiyoloji uzmanları belirli aralıklarla bebek odalarını ve diğer steril (arınık) ortamları kontrol ederek bakterileri tespit eder, sterilizasyon uygulattırır. Çünkü her şeyin mazereti olsa da pisliğin mazereti yoktur.
Hastanelerde, çalışanların eğitimi genellikle çalışanlara gözdağı verilerek değil, neyin nasıl yapılması anlatılarak yapılır. Hizmet içi eğitim uygulanmalıdır. En iyi temizlik elemanı sertifikası, güzel bir ödül olabilir mesela. Başhekiminden, laborantına, temizlikçisine kadar her birimin kendi alanında en iyi olması gerektiği, her işin birbirine bağlı ve önemli olduğu gerçeği vurgulanmalıdır. Yaptıramıyorsanız, beceriksiz bir yöneticisiniz. Özel hastanelerin bir bölümünde hastanın hasta değil de müşteri gözüyle görülmesi ise yanlıştır. Hastaların hataları yok mudur? Elbette vardır. Örneğin 36 saat nöbet tutmuş bir çalışana “oh nasılsa paramla yaptırıyorum, istediğim kadar soru sorar, istediğim kadar meşgul ederim” gibi yaklaşmak doğru değildir. Çalışanlar da insandır ve güçleri sınırlıdır.
Sağlık personeli, insana hizmet için çalıştığını bilmelidir. Elbette tüm sağlık personeli ekmeğini yaptığı iş nedeniyle kazanır ancak çalışırken bu düşünülmemeli, ahlaki anlayış yani "Sizin kendi anne babanız, yakınınız ya da siz hastaneye hasta olarak gitseniz nasıl bir ilgi görmek isterseniz hastalara da öyle davranın." anlayışı öne çıkarılmalıdır.
Kimi zaman, özel hastanelerde; devlet hastanelerinden farklı bazı sorunlar yaşanabiliyor. Pek çok özel hastanenin sahibi sağlık personeli içinden yetişmemiş insanlardan çıkabiliyor. Bu da hastane sahibinin olaya daha çok işletmeci mantığıyla yaklaşmasına
sebep olabiliyor. Elbette sağlıkçı olmayan insanların da sağlıkçı ciddiyetiyle olaya yaklaşması mümkündür ama kesin değildir. Bu konunun ayrıca incelenmesi gerekir.
Nadiren de olsa kimi hastaların şu şekilde konuştuğunu duyarız: "Ay şekerim özel var özeeeel. Şurda mı doğursaaam burda mı?". Bu da işin trajikomik yanlarından biri olsa gerek. :)
Bazı özel hastane kantinlerine gittiğinizde kantin değil de resmen pastaneyle karşılaşırsınız. Her yerde tedavi gören hasta aynıdır, hepsi, hastanelerde olması gerekenden fazla lüksü doğru bulmuyorum. Aynı şekilde A hastanesinde çalışan sağlık görevlisiyle, B hastanesinde çalışan sağlık görevlisinin aldığı ücret arasında uçurum olmamalıdır, çünkü yapılan iş aynıdır. Aslolan en iyi sağlık hizmetinin verilmesidir.
Hastane idarecileri özel bir otelin işletmecisi değil, sağlık hizmeti veren bir hastanenin başında olduğunu hiç unutmamalı ve denetimleri çok sıkı yapmalıdır. Elbette bu denetimler hastanenin iç mekanizmasıyla sınırlı kalmamalı bakanlık ve meslek kuruluşları düzeyinde de her türlü denetim yapılmalıdır.
Siz de üzülüyorsunuz biliyorum; bebek ölümleri, yanlış operasyonlar... Bunların hiç olmamasını diliyoruz da, çözüm ne?
Bir hastane nasıl denetlenir? Bu noktada tam bilgi sahibi değilim ancak sanırım, öncelikle hastanenin imarına, donanımına, temizliğine bakılır.
Temizliğe kim bakacak, bakterileriler nasıl tespit edilecek, cihazların kalibrasyonu (ölçümlemesi) nasıl incelenecek, sağlık kurumlarının düzenli çalıştığına nasıl bakılacak, denetimleri kim yapacak. Elbette burada yine bilim insanlarına görev düşüyor. Bütün bu denetimlerin Biyokimya ve Mikrobiyoloji uzmanlarınca denetlenmesi ve denetlenmelerin yine analizlerle somut verilere dayanması gerekiyor. Sağlık denetim ister ve bu denetimi yapmak için konunun uzmanları görevlendirilmelidir. Peki ya durum ne!
Bence sağlık ve eğitim her bireyin en temel hakkıdır. Herkesin sağlıklı yaşama ve eğitim alma hakkı devlet tarafından güvence altına alınmalıdır. Devlet vatandaşına tümüyle ücretsiz sağlık ve eğitim olanakları sağlamalı ve gerektiğinde tüm masrafları finanse edebilmelidir.
Fakat şu andaki tabloya bakınca, insan sağlığı açısından acil radikal önlemler almak şarttır. Hepimizin bildiği sağlık haberlerini gazete başlıklarını buraya taşımak, sorunları tek tek sıralamak istemiyorum ama hiç değinmemek de olmaz...
Aniden hastalandınız siz ya da yakınınız devlet hastanesine yolunuz düştü, ya tahlil parasını ya da başka bir sağlık hizmetini para verip yaptırmak zorunda kalınca apışıp kalacaksınız kral dedenin düdüğü gibi, önce paranı cebine koy, sonra hastalan. Eğitime ülkemizin her yanında aynı önemi vermiyoruz.
Dahası okuttuğumuz insana da değer vermiyoruz. İnsanlar cahil, daha fenası hem cahil hem ukala, böyle olunca da iktidarlar değişiyor, partiler değişiyor ama kan davaları, mahalleler arası kavgalar, daha bir sürü kavgalar, trafik kazaları değişmiyor. Tersanelerde ölümler sürüyor. Eğitimden ve sağlıktan tasarruf edilmez. Hastanelerin acillerine bakıp orada yitirilen maddi ve manevi kayıpların çok daha vahim olduğunun görülmesi gerekir. Sağlığa ne kadar bütçe, eğitime ne kadar bütçe ayırıyoruz, araştırın. Sağlıkta tekelleşme, muayenehanelerin kapatılması, her iktidarın kendi kadrolarını yerleştirmesi, daha bir sürü yeni uygulamalar bizlere yansıyacak bence bekleyip görmeyelim, ömrümüz beklemekle geçiyor. Çünkü irdelemekten uzağız, bananeci olduk, önce bebekler niye ölüyor diye düşünelim, sonra çocuklarımıza nasıl bir yarın bırakıyoruz diye düşünüp sorgulayalım. İstihdam paketini basın-yayın organlarıyla takip edebilirsiniz. Sigarayı yasaklayıp, pasif içicilerin akciğerlerini koruma altına alan düşünceli iktidarımızın, 1 Mayıs günü insanların üzerine nasılda biber gazı püskürttüğünü gördük.
Zira Şişli Etfal'in aciline gaz bombası atılmıştır, hastalar, hasta yakınları, sağlık çalışanları ve çevredeki vatandaşlar mağdur edilmiştir. Neyse ki sağlıkçıların sendika çalışmaları da bir o kadar sevmüzikicidir.
Ben bu yazıyı aklımda kalanlarla yazdım çizdim, düşünüyorum da görmek ve çok azına değinebildiğim sağlık sorunlarını tartışmak için ille de sağlıkçı olmak gerekmiyor. Şimdi düşünelim, kim bizim sağlığımızı düşünüyor, kendimiz, kim en çok para kazanmayı hak ediyor, onca yıl okuyan hekimlerimiz, bırakalım da bu ülkede hukukçular ve hekimler para kazansın, çok parası olan siyasete girmesin, siyaset para kazanmak amaçlı cazip bir meslek olmasın, ülkesini seven hizmet etsin. Tefecisi, mafyası, vasıfsız, alakasız bir sürü kişi çok paralar kazanmasın. Sağlıkçıların ve diğer emekçilerin hak arama kanalları kapatılmasın, sendikalar teşvik edilsin, işçiler haklarını unutmasın, unutturmaya çalıştırılmasın.
Bırakın da sorunlarımızı konuşalım, tartışalım. "Hastanede mikrop var, fakat mikroptan konuşmak yasak, o halde mikroba nasıl çare bulacağız.
Sorunlara kalıcı çözümler, ortaya çıkacak aksaklıklardan korkmadan sorunları tartışabilmekten geçer.
Figen Füsun Pehlivan, GrafikSaati Kültür Sanat Dergisi
Bebeklerin Ulusu Yok
İlk kez yurdumdan uzakta yaşadım bu duyguyu
Bebeklerin ulusu yok
Başlarını tutuşları aynı
Bakarken gözlerinde aynı merak
Ağlarken aynı seslerin tonu
Bebekler çiçeği insanlığımızın
Güllerin en hası, en goncası
Sarışın bir ışık parçası kimi
Kimi kapkara üzüm tanesi
Babalar çıkarmayın onları akıldan
Analar koruyun bebeklerinizi
Susturun susturun söyletmeyin
Savaştan yıkımdan söz ederse biri
Bırakalım sevdayla büyüsünler
Serpilip gelişsinler fidan gibi
Senin benim hiç kimsenin değil
Bütün bir yeryüzünündür onlar
Bütün insanlığın gözbebeği
İlk kez yurdumdan uzakta yaşadım bu duyguyu
Bebeklerin ulusu yok
Bebekler, çiçeği insanlığımızın
Ve geleceğimizin biricik umudu...
Ataol Behramoğlu
Figen Füsun Pehlivan, GrafikSaati Kültür sanat Dergisi, Sağlık yazıları, İstanbul
f_fusun_pehlivan [at]hotmail.com
Diğer Figen Füsun Pehlivan yazılarından seçmeler
Cengiz Aytmatov üzerine - Araştırma
Feminizme ne borçluyuz - Makale ve şiir
Grup Bent videoları - Video klip
Hastanede cinayet - Deneme, yorum
Hastanede Cinayet 2. tasarım - Deneme yorum
Hayvanlara kıymayın - Deneme, makale, yorum
Muzaffer Özdemir röportajı ve röportaj videosu - Röportaj
Neden hayvan hakları - Araştırma ve yazılar
Salvador Dali bize ne anlatıyor - Makale, araştırma
Sevgi trenine bir bilet - Deneme
Yoksulun sultanı Pir Sultan Abdal - Araştırma
Sosyal medyada bizgrafiksaati.org[at]gmail.com | gizlilik politikası